OSTEOPOROZ
Osteoporoz halk sağlığı açısından tehdit oluşturan ve kemik dokusunun en sık görülen hastalığıdır. 50 yaşın üzerindeki kadınların yarısından fazlasında ve 70 yaşın üzerindeki erkeklerin yarıya yakın bölümünde osteoporoz görülmektedir. Kırık riskini artırması nedeniyle, birçok ülkede en önemli ölüm sebepleri arasında yer almaktadır. Kemiklerde kırık oluşuncaya kadar, yıllar boyunca tanı konmadan, yavaş yavaş ve sessizce gelişir. Özellikle kalçada ortaya çıkan kırıklar, hem ölüm riskini artırır hem de sakatlığa neden olarak yaşam kalitesini bozar.
Kemiğin Yapısı
Kemikler metabolik yönden oldukça aktif ve dinamik bir yapıya sahiptirler. Çünkü kemik dokusunun kanlanması ve vejetatif sinirler tarafından innervasyonu oldukça zengindir. Kemiğin mineral yapısındaki en önemli katyon kalsiyumdur. Bunu magnezyum izler. Ayrıca sodyum fluorid, stronsiyum, radyum ve kurşun kemiklerde az miktarda depolanır. Vücudumuzdaki kalsiyumun %99.9’u, fosfatın %85’i, magnezyumun %50’si kemiklerde depolanır.
Kemik dokusunda mineral ve kollajen, 2’ye 1 oranında bulunur. Osteoporozda bu oranda herhangi bir değişiklik olmaksızın kemik miktarı azalmaktadır. Mineraller kemiğe sertlik ve güç kazandırırken, matriks proteinleri (kollajen) esneklik sağlar. Yani kemik dokusu normalde sert fakat aynı zamanda esnek bir yapıya sahiptir. Ancak yaşlandıkça gücünün ve esnekliğinin bir kısmını kaybederek daha kolay kırılır hale gelir.
Vücutta en fazla bulunan alkali özellikteki mineral kalsiyumdur. Kalsiyumun albümine bağlanması ile bedenimizin pH değeri arasında güçlü bir ilişki vardır. pH değerinde akut olarak 0.1 artış veya azalış, proteine bağlı kalsiyum miktarında da 0.12 mg/dl artış veya azalışa neden olur. Diğer taraftan kas-iskelet sistemi, sinir sistemi ve immun sistem gibi pek çok organ ve sistem, kalsiyumun varlığına ihtiyaç duyar. Çünkü kasların kasılması, kanın pıhtılaşması, sinir iletimi, hormon sekresyonu ve aktivitesi, iyon transportu, kemik mineralizasyonu, plazma membran integritesi ve asidik toksinlerin nötralize edilmesi için kullanılan çok önemli bir mineraldir. Dolaşımdaki iyonize kalsiyum seviyesini düzenleyen temel hormonlar ise Parathormon ve 1-25 (OH) vitamin D’dir.
Osteoporoz Nedir?
Düşük kemik kütlesi ve kemik dokusunun mikro-mimari yapısının bozulması sonucu, kemik kırılganlığının ve kırığa yatkınlığın artması ile karakterize sistemik bir iskelet hastalığı olarak tanımlanır. Kemik kütlesi ve kemiğin kalitesi kemiğin gücünü belirleyen faktörlerdir. Kemik kütlesi ve kalitesi azaldıkça, kemikler zayıflar ve kırıkların oluşması kolaylaşır.
Kemik Döngüsü
Kemik, hem kütlesini hem de mimari yapısını regüle edebilen, son derece kompleks bir dokudur. Normal şartlarda kemik yapımı ve kemik yıkımı, hayat boyu aktif olarak dengeli bir şekilde devam eder. Yani kemikler sürekli olarak yıkılır ve yerine yenisi yapılır. Büyüme döneminde ve genç erişkin yaşlarda, kemik yapımı, yıkımdan fazladır. Bu nedenle kemik kütlesinde artış meydana gelir. Kemik en son şekline ve büyüklüğüne ulaşıncaya kadar kemiğin yapılanması (modeling) devam eder. En erken 17-18, en geç 30-35 yaşlarında “Doruk Kemik Kütlesi”ne ulaşılır. Bu genç erişkinlerin ulaştıkları en yüksek kemik kütlesidir.
Erişkinlerde de kemik döngüsü yaşam boyunca devam eder. Bu döngü birbirini izleyen rezorbsiyon (yıkım) ve formasyon (yapım) olayları ile dengeli bir şekilde sürer. Buna kemiğin yeniden yapılanması (remodeling) denir. Kemik rezorbsiyonu matriksin yıkımı ve minerallerin çözülmesidir. Formasyon ise matriksin yeniden sentezi ve mineralizasyonudur. Normalde kadınlarda rezorbsiyon için gereken süre ortalama 1 ay, formasyon için geçen süre ise 5 aydır. Total remodeling 6 ayda tamamlanır. Erişkinlerde her yıl trabeküler kemiğin %25’i, kortikal kemiğin ise %3’ü yenilenir. Böylece hasar gören ve mekanik açıdan yetersiz kalan kemik dokusu ortadan kaldırılır, yerine daha güçlü yeni kemik dokusu oluşturulur. Ancak yapım ve yıkım arasında bir dengesizlik ortaya çıkarsa, yani yıkım artar, yapım azalırsa, kemik kaybı yani osteoporoz oluşur.
Kemiğin gelişimi ve yeniden yapılanması pek çok hormon (parathormon, vitamin D, seks hormonları, kalsitonin, tiroid hormonları, insülin, glukokortikoidler, büyüme hormonu) ve faktör (lokal büyüme faktörleri, prostaglandin E2, sitokinler) tarafından kontrol edilir. Buradaki temel regülasyonu sağlayan yapı ise vejetatif sinir sistemidir.
Osteoporozun Etyopatogenezi
Osteoporozun gelişmesinde pek çok faktör rol oynamaktadır. Bunların hepsi aynı zamanda bu hastalık için birer risk faktörüdür. Risk faktörlerinin bilinmesi ve bunlardan uzak durulması ile hastalığın ve dolayısıyla kırık riskinin önlenmesi mümkün olabilmektedir. Bunlardan bazılarını değiştirmek mümkün değildir. Ancak önlenebilir risk faktörlerinden uzak durmak oldukça önemlidir.
Risk Faktörleri
- Yapısal ve genetik faktörler: İleri yaş, düşük kemik kütlesi, dişi olma, beyaz ırk, parite, erken menopoz, narin yapı, genetik faktörler (ailede osteoporoz varlığı). Bunlar değiştirilemeyen risk faktörleridir.
- Yaşam biçimi ve beslenme: Yetersiz fiziksel aktivite, D vitamini ve kalsiyumdan fakir beslenme, aşırı kafein, sigara ve alkol tüketimi.
- Tıbbi koşullar: Kullanılan ilaçlarlar (kortizon, heparin, karbamazepin ve diğer antiepileptik ilaçlar, heparin, warfarin ve diğer antikoagülanlar, immün supresif ilaçlar vb), immobilizasyon, östrojen ve testesteron eksikliği, kronik hastalıklar.
- Çevresel risk faktörleri: Denge ve yürüme bozukluğu, sedatif ilaç kullanımı, kas zayıflığı.
Osteoporoz oluşma riski, erişkin dönemde kişinin sahip olduğu doruk kemik kütlesine ve ileri yaşlarda ne kadar kemik kaybettiğine bağlıdır. Bu nedenle osteoporozdan korunmak için 2 temel hedefimiz olmalıdır. Doruk kemik kütlesini artırmak ve kemik kaybını en aza indirmek. Bu da risk faktörlerinin ortadan kaldırılması ile mümkündür.
Tamamlayıcı Tıp Açısından Etyopatogenez ve Risk Faktörleri
Tamamlayıcı tıp açısından bakıldığında en temel risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir.
- Bedenin maruz kaldığı her türlü stres yükü
- Hormonal disfonksiyon
- Vücudun toksin yükü – asiditesi (latent asidoz)
- Barsak florasının bozuk olması
- Bozucu alan
- Beslenme hataları
Bedenimize düzenin dışında gelen her türlü uyarı bir stres faktörüdür. Stres durumunda vejetatif sinir sisteminin önemli bir bölümü olan sempatik sinir sistemi gereğinden fazla aktif hale gelerek, kişiyi gelen her uyarıya karşı savunmasız hale getirir. Bağ dokusunda biriken toksinler regülasyon donukluğuna ve oksijenlenmeyi azaltarak asidoza neden olur. Ek olarak bozucu alanların varlığı da bağ dokusunun ve VSS’nin stres yükünü artırır. Stres ve asidoz varlığında bedenin tüm hormonal sistemi olumsuz olarak etkilenir.
Bedenimizdeki tüm yaşamsal fonksiyonlar ve yaşlanma ile ilgili süreçler, hormon sistemi sayesinde ayakta durur. Herhangi bir patolojik etkenin varlığında, hormonal sistemin regülasyonu da bozulur ve hormonlar tarafından sentezlenen proteinlerin yapımı azalır. Kemiğin organik matriksi için gerekli olan proteinlerin sentezinde azalma, kemik yapımının azalmasına ve mikromimari yapının bozulmasına neden olur. Buradaki koordinasyonu ve regülasyonu sağlayan yapı vejetatif sinir sistemidir.
Bedenimizin pH seviyesini korumak ve bu durumu sürdürebilmek için bazı tampon sistemleri mevcuttur. Bunlardan bir tanesi de kemik metabolizmasıdır. Asidozun özellikle kronik döneminde kemik dokusu başta olmak üzere organsal kompansasyon mekanizmaları devreye girer. Çünkü kemikler asidozun engellenmesinde diğer sistemlerden daha etkin bir fonksiyona sahiptir.
Bedenimiz sürekli olarak dışarıdan alınan ya da metabolizma sonucu oluşan asitleri atmaya çalışır. Bunu başaramazsa, toksinlere (asitli tuzlara) dönüştürerek bağ dokusunda biriktirip depolar. Asitler, asitli tuzlara dönüştürülürken sodyum, potasyum, flor, magnezyum ve kalsiyum gibi alkali mineraller aşırı derecede harcanır. Eğer kan ve bağ dokusunda yeterli kalsiyum bulunamazsa damarların iç duvarındaki kalsiyumu alırlar; burada da bulunmazsa kalsiyumu kemikten alırlar. Kısacası bedenimizde en fazla bulunan alkali mineral kalsiyum olduğu için, kronik latent asidoz durumunda, kemik yıkım hızı artarak osteoporoz tablosunun ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelir.
Latent asidozun asıl ve en önemli nedenlerinden birisi, barsak florasının bozulmasıdır. Barsak mukoza geçirgenliği ve flora bozukluğu (disbiyozis) durumunda, bağ dokusunda toksin yükünün artması ve latent asidoz tablosunun ortaya çıkması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Barsak florasını bozan nedenler arasında yanlış beslenme, çeşitli ilaçlar (antibiyotik, kortizon, kemoterapi), enfeksiyonlar, diş ve çene bölgesindeki disfonksiyonlar, kronik tonsillit veya bu bölgedeki cerrahi girişimler, batın operasyonları, elektro manyetik alan kirliliği, psişik faktörler, çevre kirliliği ve besin katkı maddeleri sayılabilir.
Osteoporozun sebebi, kalsiyum bakımından fakir beslenmekten ziyade vücudun kaybettiği kalsiyumdur. Özellikle İsviçre ve Almanya’da yapılan pek çok araştırmada hayvansal besin alanların idrarında yüksek oranda asit ve kalsiyum tespit edilmiştir. Sebze ve meyve tüketenlerde ise kalsiyum kaybının daha az olduğu görülmüştür. Rafine edilmiş ve katkı maddesi içeren gıdalar, kola, gazoz, çay, kahve, alkol gibi asidik içecekler, beyaz un ve şeker gibi rafine karbonhidrat içeren asidik besinler, et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri gibi asitleşmeye sebep olan hayvansal gıdaların tüketilmesi vücuttaki asidik toksin miktarını artırır. Bunları asitli tuzlara çevirmek için çok miktarda kalsiyuma ve alkali özellik taşıyan diğer minerallere ihtiyaç vardır. Böylece asitle birlikte kalsiyum da dışarı atılmış olur. Bu kısırdöngüyü kırmak için yapılacak en mantıklı yaklaşım asitleşmeye neden olan ürünlerden uzak durmak ve hayvansal gıda tüketimi azaltmak olmalıdır.
Risk faktörlerinin bilinmesi ve bunlardan uzak durulması ile hastalığın ve dolayısıyla kırık riskinin önlenmesi mümkün olabilmektedir. Modern tıbbın bilinen risk faktörleri ile birlikte, osteoporoza zemin hazırlayan ve yukarıda sayılan risk faktörlerinin Nöralterapi ve diğer Tamamlayıcı tıp yöntemleri ile ortadan kaldırılması, osteoporozdan hem korunma hem de tedavi edilmesinde kullanılabilecek yöntemler arasındadır.
Klinik Özellikler
Osteoporozun ana belirtisi kırık ve buna bağlı ortaya çıkan ağrılardır. Tipik olarak küçük travmalar sonrasında oluşurlar. Kırık yoksa herhangi bir bulgu vermez. Boy kısalması, vertebra kırıklarının habercisi olabilir. Kırıklar her kemikte oluşabileceği gibi en çok vertebralar, ön kol ve kalçada görülür.
Tanı
Etkin bir tedavi için erken ve doğru tanı şarttır. Özellikle risk faktörleri de varsa, kemiklerin durumu ile ilgili güvenilir bilgiler elde etmek gerekir.
Günümüz koşullarında osteoporozun tanısı DEXA (Dual Enerji X-ray Absorbsiyometri) adı verilen cihazla kemik mineral yoğunluğu ölçülerek konulmaktadır. Standart röntgen filmleri ile kemik yoğunluğunu değerlendirmek uygun değildir. Çünkü kemik kaybının röntgende fark edilebilmesi için %30-50 arasında kayıp olması gerekir.
Osteoporozda kan ve idrar tetkikleri çoğunlukla normal sınırlardadır. Ancak osteoporoza neden olan diğer hastalıkları tespit etmek ve özellikle menopoz sonrası kadınların bir kısmında kemik kaybının hızlı olması nedeniyle, bazı testlere bakmakta fayda vardır.
Tedavi
Kemiğin kütlesini korumak, onu tekrar oluşturmaktan daha kolay ve ekonomik olduğu için kemik sağlığını korumak ve kemik kaybını önlemek en etkili yöntemdir. Bu önlemler osteoporozu olan ve olmayan kişiler için aynı derecede önemlidir. Hastalığın önlenmesine yönelik olarak aşağıda sıralanan koruyucu önlemlerin doğumla birlikte başlaması gerekmektedir.
Koruyucu Önlemler
- Diyetle yeterli miktarda kalsiyum alın: Osteoporozun önlenmesi ve tedavisi için en önemli mineral kalsiyumdur. Yaşa bağlı olarak günlük alınması gereken kalsiyum miktarı 500-1500 mg/gün arasında değişir. Hayvansal ürünlerden ziyade, sebzeler yoluyla alımı daha önemlidir.
- Yeterli miktarda vitamin alın: D, K, A, B12 ve folik asit gibi vitaminlerin yeterli miktarda alınması gerekir. Sağlıklı kemikler için günde 400-800 İÜ D vitamini alınmalıdır. Aynı miktar D vitamini için günde 15 dakika güneşlenmek gerekmektedir.
- Düzenli olarak fiziksel aktivite yapın: Düzenli olarak yapılan bedensel aktivitelerin osteoporozun önlenmesi ve tedavisinde önemli rol oynadığı kanıtlanmıştır.
- Sigaradan uzak durun
- Besinlerle alınan kemik hırsızlarını azaltın: Alkol, kafein, şeker, tuz ve yağlar
- İdeal vücut ağırlığına sahip olun
- Gerekli durumlar dışında osteoporoza yol açan ilaç kullanımını suistimal etmeyin
- Kemik kaybına yol açan hastalıklar konusunda dikkatli olun: Romatizmal hastalıklar, kronik akciğer ve karaciğer hastalıkları, DM, böbrek yetmezliği
Farmakolojik Tedaviler
Osteoporozun tedavisinde batı tıbbının önerdiği çeşitli farmakolojik ilaçlar mevcuttur. Bu ilaçlarla kemik rezorpsiyonunun azaltılması, kemik yapımı ve mineral yoğunluğunun artırılması, mikromimari yapının düzeltilmesi ve dolayısıyla kırık riskinin azaltılması amaçlanmaktadır. Bu amaçla kullanılan ilaçlar:
- Hormon replasman tedavisi
- Bifosfonatlar
- Kalsitonin
- SERM (Selektif östrojen reseptör modülatörleri)
- D vitamini metabolitleri
- Stronsiyum
- Parathormon
Nöralterapi ve Tamamlayıcı Tıp Kapsamındaki Tedavi Önerileri
Sağlıklı olmak için sağlıklı bir vejetatif sinir sistemi ve sağlıklı bir temel sistem ön koşuldur. Kronik hastalıkların oluşmasında, iyi çalışmayan bir vejetatif sinir sistemi varlığında, bağ dokusunda birikmiş olan toksinlerin ve buna bağlı ortaya çıkan latent asidoz ve hormonal disfonksiyonun önemli bir yeri vardır. Bu nedenle uygulanacak tedavinin başarılı olması için bütünsel bir yaklaşım benimsenmelidir. Bu da ancak kapsamlı bir detoksifikasyonla mümkün olur. Her ne kadar bedenimizin detoksifikasyonu için belirli bir süre gerekliyse de, bundan sonra tekrar yeni kemik kaybı oluşmaması adına, vücudun ömür boyu doğal yöntemlerle desteklenmesi önem taşır.
Temel hedefimiz hastalığa zemin hazırlayan faktörleri ortadan kaldırmak olmalıdır. Bu da stres faktörlerinin elimine edilmesi, latent asidoz ve hormonal disfonksiyonun giderilmesi, bozucu alan tedavisi, barsak florasının ve beslenmenin düzenlenmesi ile mümkündür. Vejetatif sinir sistemi üzerindeki stres yükünü kaldırmak ve bağ dokusundan toksinleri elimine etmek amacıyla kullanılan en etkili yöntemlerden biri Nöralterapidir.
Sağlıklı ve dengeli beslenme, yeterli su tüketimi, düzenli fiziksel aktivitenin yaşam biçimi haline gelmesi, kemikler için gerekli olan vitamin ve minerallerin düzenli ve yeterli miktarda alınması, probiyotik desteği ve alkali preparatlar osteoporoz tedavisinin önemli birer parçasıdır.
Osteoporoz, yaşlılığın kaçınılmaz bir parçası olarak algılanmamalıdır. Sağlıklı bir yaşam programı uygulandığı takdirde oluşması önlenebilen; eğer ortaya çıktıysa ilerlemesi durdurulabilen ve tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Nöralterapi ve diğer Tamamlayıcı tıp yöntemleri osteoporoz için hem etkin birer korunma yöntemi hem de etkili tedavi seçenekleri arasındadır.
Kaynaklar:
Yeşim Gökçe Kutsal, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kitabı
Hüseyin Nazlıkul, Detoksu Keşfet Kitabı
Neslihan Özkan, BARNAT dergisi